14 Ekim 2007 Pazar

Yaşasın Demokratik Türkiye !..

Ramazan Bayramı’nın üçüncü ve son gününde keyifli bir Pazar yazısı yazmak isterim.

Üstelik, gül gibi Reis-i Cumhur’un biricik kızı Kübra’nın bu en mutlu gününde, gerçek gündemi ele alıp ta can sıkmaya ne gerek var diyebilirsiniz.

Haklısınız!

Ancak kendi adıma şunu açıkça söylemeliyim ki son gelişmelerden sonra ne bayramın tadı ne de keyfi kaldı. Zaten yılın düğünü de benimki değil. ( Umarım RTE, son cümleden dolayı beni de, Sayın Bekir Coşkun’a yaptığı gibi, ülkemden kovmaya kalkmaz. Zira, cümleden “Benim Cumhurbaşkanım değil” gibi bir anlam çıkmıyor. )

Gerçek gündem diyorum çünkü yapaylarıyla oldukça fazla zaman kaybettik. Zorunlu-sorunlu din dersi, acaba Malezya olur muyuz, türban nedir, neyi simgeler, kamusal alanlar nereleridir tartışmalarını yaparken bir de baktık ki ABD Kongresi’nde Ermeni Yasa Tasarısı kabul edilmiş.

Yapay gündemlerle sadece zaman değil, topraklarımızı da kaybedeceğimizden kaçımız haberdarız ?

ABD’nin Büyük Ermenistan projesi dahilindeki bu yasa tasarısının, Birleşmiş Milletler nezdinde de kabul göreceğini ve Ermenistan’ın toprak talebinde bulunacağı günlerin çok uzakta olmadığı bu kadar açıkken bizler neyi tartışıyoruz; biliyorsunuz:

“Sınır ötesi operasyon yapılmalı mı?”

Şaka gibi gelebilir ama değil.

Perşembe akşamı Siyaset Meydanı’nın konuğu E.Tümgeneral Osman Pamukoğlu idi. Kendi dönemini, başarılarını, terörle mücadelede nelerin gerektiğini ve bunları yaparken yaşadığı sıkıntıları, herkesin anlayabileceği sade bir dille anlattı.

Osman Paşa’nın anlattıklarında, benim dikkatimi çeken ve hala tartışmakta olduğumuz olası K.Irak operasyonun başarısı için referans kabul edebileceğim iki çok önemli husus vardı:

Gizlilik ve siyasi kararlılık.

Diyarbakır’ı bölgenin yıldızı yapacağını müjdeleyen ve Abdullah Öcalan’dan sonra ilk kez “Türkiye’lilik ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” kavramlarını dile getiren Başbakan RTE’nin terörle mücadele konusundaki kararlılığını, ona oy veren-vermeyen her Türk’ün kendi vicdanına bırakıyorum.

Operasyonun gizliliği mi? Son bir haftanın herhangi bir günlük siyasi gazetesini elinize aldığınızda, TSK’nın aşağı yukarı kaç kişilik bir kuvvetle, hangi hedeflere nerelerden ulaşağının haritalarını görürsünüz.

Hatta aynı gazetelerde bazı çok demokrat sayın aydınlarımızın! son günlerde artan terör olaylarının sadece PKK’nın sorumluluğunda olmadığına dair yazılarını da bulacaksınız. Sayın! Barzani gibi önemli bir Kürt liderine yeterince sahip çıkmadığımızı hatta onu bir şamar oğlanına döndürdüğümüzü, en azından Sayın! Talabani’nin kaybedilmemesi yolundaki tavsiyelerini okumadıysanız, üzülmeyin. Kendisi mutlaka bir 32. Gün’de tekrar dile getirecektir!

Bunun bir pazar, bayram ya da düğün arifesi yazısı olmadığını sanmayınız.

Yanılıyorsunuz!

Dünya tarihini incelerseniz, hiçbir ülkenin meclisinde, bizdeki kadar, kendisini yok etmek isteyen terör örgütünün varlığına dair unsur bulamazsınız.

Ve de hiçbir terör örgütünün içerideki işbirlikçilerin adı karizmatik lider, demokrat; dışarıdakilerin ise dost ve müttefik olmamıştır!

Dünya tarihinde bizim kadar demokrat başka bir ülke daha var olmadı.

Olamaz da.

Sorun, bizim bu şekilde ne kadar daha var olabileceğimizde gizli.

Eğer hala gizli bir şeylerin kaldığına inanıyorsanız!

İyi Pazarlar…

4 Yorum:

Anonymous Adsız dedi ki...

Hassasiyetinizi paylasiyorum ama satirlariniz “birileri”nin dustugu kuyuya tersinden dusme tehlikesi tasiyor bana kalirsa...Duyarlik diye tanımladıgım hınc, hırs ya da silahın olmadıgı bir cozum onermiyor sanırım
Son donemdeki gelismelerle ilgili fakli dusunuyorum.
Bu donem bir paranoya yaratildi... Seriat tehlikesiyle girişilen Cumhuriyet mitingleri organize ederek baslandı işe... Durumun buralara gelebilecegi taaa o zamandan vermişti sinyallerini... Bu yol kitleleri fasizan egilimlere tasimaya gider demiştik o zaman da Atatürk milliyetçiliğiyse bundan çok daha farklı bir şey yanılmıyorsam.. bu yoldan ancak dagdaki kavga sehirlere tasinır.
Taşındı da;
Kurt olduklari gerekcesiyle Kadikoy’de ekmek parasi kazanmak icin sokakta calisan insanlara saldirildi dun aksam... yerlerde suruklendiler.. Bursa’da kurtlerin evi yakildi... DTP nin binalarina kundaklamalar yapiliyor.. TKPĞ binalari, halkevleri kursunlaniyor... Yuksel caddesinde 10 dk arayla sehitler olmez gosterileri yapiliyor... İnsanlarin ustune korkular saliniyor...
Bu savasi baslatanlar hesap versin once... Ölen askerin yoksulluktan kirilan evini gosteriyor medya... arkasindan bagis kampanyasi baslatilıyor...vs vs..Bu mu? Yıllardır var olan bu savaş t için yıllardır kaynak akıtılıyor bir sürü “Türkiye vatandaşı” hayatını kaybediyor ve halen Türkiye de bir savaş olduğu kabul görmüyor.Bunca yıldır nasıl çözümlenemez bu sorun ve şimdi ne yapılacak?
Turkiye’nin “Kurudukca sulanan uzadıkca budanan” yapısını ve vatan millet Sakarya mantıgıyla silaha sarılmanın bedellerini odeyemeyecek kadar elinin kolunun bağlandığını gözardı etmeyelim…Mehmetçiğini bağrına basan siyasiler önce bu utancı ortadan kaldırmanın yolunu bulsunlar…
Ah ahh ne cok celiskilerle dolu ortalik...
Simde de taraf olamasi dayatiliyor insanlara.. o da yetmiyor taraf olun karsi tarafi da imha edin deniyor...
Ben tarafim evet ama ben bu savasin surdurucusu saldirgan devletten yana taraf degilim olamayacagimmmmm
Çağlayan Bey siz zaten yıllardır suren bu savaşın Kuvayi Milliye mantıgıyla sahiplenilmesini mi gizlediniz ünlemlerinize?

Saygılar…

23 Ekim 2007 17:25  
Anonymous Adsız dedi ki...

Sayın Dilay Aydın, yazıma gösterdiğiniz ilgi ve sadece çok azına katılabildiğim yorumunuz için teşekkür ederim. Yorumunuzda 'kavga' ve 'savaş' dediğinizin aslında 'terör' olduğunun altını çizerek başlamak istiyorum. Umarım buna bir itirazınız olmayacaktır. Sizinle hemfikir olduğum tek konu, toplum içinde başka alt kimliklerde olanların dışlanması ihtimali hususudur. Toplum olarak böyle bir hataya düşülmesi ile aslında PKK terör örgütünün bir amacına alet olunacağı muhakkaktır. Bundan özenerek, soğukkanlılıkla kaçınılması zorunludur. Son dönemdeki gelişmeler karşısındaki yorum farkımızın, demokrasi gereği olduğu ve Cumhuriyeti'mizin içinde bulunduğu "şeriat tehlikesi"de düğümlendiği doğrudur. Sizin bu tehlikeyi bir paranoya olarak algılamanız beni, açıkça söylemeliyim ki üzmüştür. Sizin dağdaki kavganın şehirlere taşınması, Sayın Başbakan'ın ise 'bindirilmiş kıtalar' diye adlandırmış olduğu Cumhuriyet Mitingleri, benim için Türk Halkı'nın son 20 yılda sergilemiş olduğu en meşru demokratik hakkıdır. 14 Nisan Tandoğan mitingine katılan yüzbinlerce yurttaştan biri olarak şunu açıkça belirtmekte bir sakınca görmüyorum: Mustafa Kemal'in kurmuş olduğu laik,demokratik, sosyal ve hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter devlet yapısından ve bölünmez bütünlüğünden tarafım. Dikkat ederseniz bu, 'başka' tarafta olanları imha etmek gibi bir saçmalığı ifade etmiyor;edemez de. Çünkü bu toplumun gönüllerinden silinemeyecek olan tek lideri "Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız" demiştir. Sayın Aydın, demokrasiyi sahiplenmeniz güzel ancak Cumhuriyeti'mize tam anlamıyla sahip çıkmadan, bu ne yazık ki mümkün olmayacak.

En derin saygılarımla,
Çağlayan Karadoğan

25 Ekim 2007 11:43  
Anonymous Adsız dedi ki...

Hemen şu noktaya dikkat çekmek isterim ki "dağdaki kavganın şehirlere inmesi" Cumhuriyet yürüyüşlerini işaret etmiyor. Fikrimin Tayyip Erdoğan'ın fikriyle aynı satırlarda buluşması böyle sezilmesi de beni üzdü açıkçası :) İnsanların birbirlerine ve farkli alt üst sağ sol bütün kimliklere "savaşçı" ruhuyla bakmasından ve şuursuz bir savunuculuğun beyaz çoraplılar ve biçkın delikanlılarca durumdan vazife çıkarmak için müthiş bir zemin sunduğundan bahsetmeye çalıştım aslına bakarsanız...
Cumhuriyet savunuculuğundan ne anladığımız,savunmadan ne anladığımız çok önemli tabii.İnsanların hazımsızlık ve belleksizlik içinde olduğunu düşündüğüm bir süreç yaşanıyor.Yaşananların hiçbirisi yeni değil yaşanan tüm acılar kendini tekrar ediyor!Neden yeni başlayan bir şey gibi tepki veriliyor buna kızıyorum...Hiçbirimizin tanımadığı genç bedenler ateş çemberinde yaşamlarını yitirmişken duygusal mastürbasyondan daha akıllıca bir yol bulunabilir değil mi?Biri butoplumu daima bişey ediyor meselesi...

Terör özünde kavga ve savaş barındır mıyor mu?Ve bahsettiğim gibi yıllarca güvenlik sorunu diye adlandırılan bu sorun ,"savaş"ın kendisidir.
Türkiye'nin sıkıştırıldığı kıskaç, geçmiş bilinci ve içselleştirilmiş Atatürkçülük ve yumruğunu kaldırmaktansa ÜRETELİM diyen gençlerle bir yerlere varabiliriz.Futbol maçında alkış tutar gibi bağıra çağıra değil.Nietsche" yaşam(savaş) dışarda" diyordu.evet sokaklara çıkmalıyız evet bir şeylere dur diyebilme hakkımızı korumak için çıkıp "DUR" demeliyiz ama... ama işte...sindirerek , demlenerek, bilerek...
Bir öğretmen olarak yetiştirdiğim öğrencilere de bunu anlatmaya çalışıyorum.Hele de ezberletilmiş belirli gün ve haftalara, plan defterine geçirilip öylece bırakılmış bir Atatürk'ün öğretildiği öğrencilere.Büyük şehirlerde (rahatta) her şey ne kadar da farklı görünüyor.Geliniz yaşayınız...gidiniz yaşayınız...(hazırrr oll! askeriz ya hepimiz o bakımdan)
Uzaklara sizden uzaklara... göreceksiniz alanlara çıkıp bağıracak çok şeyi olduğu halde bağıramayan sıkıştırılmışları (yani asıl olanları)...
Derneklerde sivil toplum kuruluşlarında(hepsine haksızlık etmek istemem)Atatürkçülük oynayan, kağıt tavla okey iş bitiren "aydın"ların hakkını savunduklarını gidin görün ne düşünüyorlar kimi tanıyorlar?
Aydınlığa hasret yazılarımız o zaman bulacak "aydın"lığını ezberden kurtulunca belki de...


Umutla...

...

26 Ekim 2007 19:40  
Blogger Unknown dedi ki...

Bu yorum yazar tarafından silindi.

5 Haziran 2009 18:45  

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa