29 Kasım 2008 Cumartesi

Tandoğan Sendromu

Pek ama pek çok kişi için, Tandoğan, Ankara’da bir meydan adının ötesinde bir anlam ifade etmeyebilir. Hele hele, kimse, bir kentin meydanlarının adının nereden geldiğini merak edip öğrenmediğine göre.
Onun için bir açıklama ile başlamakta yarar var. Nevzat Tandoğan, 1929-46 yılları arasında, Ankara valisi olan, dönemin çok ünlü ve pek de ceberut kişisi olan zattır.
1930 yılından itibaren, tek parti rejiminde, devletin içişleri bakanı, tek parti CHP’nin genel sekreteri, valisi de, başında bulunduğu ilin il başkanı sıfatını taşıdığına göre, merhum Nevzat Tandoğan da iki şapkası olan bir yöneticiydi.
Tandoğan, 1946 yılında Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay’ın sonunda suçlu bulunarak 20 yıl hapis cezasına çarptırıldığı davada tanık olarak ifade vermesinin ertesi günü intihar etti.
Bu olayla ilgili en geniş ve en doğru bilgiyi, Altan Öymen’in “Bir Dönem Bir Çocuk” kitabında bulmak mümkündür.
Nevzat Tandoğan’ın, bir solcuyu sorgularken söylediği ileri sürülen şu sözleri çok ünlüdür:
- Ne komünizmi yahu! Bu memlekete komünizm gerekirse onu da biz getiririz.
Bu sözlerin gerçekten söylenip söylenmediğini bilmiyorum, ama yakıştırma bile olsa çok güzel yansıtıyor bir dönemi ve zihniyetini.
“Ne gerekiyorsa biz yaparız, başkasına gerek yok” zihniyetini ifade etmek istedim, Nevzat Tandoğan Sendromu derken.
***
Sayın Baykal’ın ani bir ilhamla mı, yoksa uzun düşüncelerin sonucu mu olduğunu bilmediğim ama örgüte danışmadan, tabandan demokratik tartışmayla geliştirilmediği kesin olan çarşafa, bir oku da, laiklik olan altı oklu parti rozeti takma politikası bana Tandoğan Sendromu’nu anımsattı.
Kısacası Sayın Baykal, iç ve dış kamuoyuna, cümle âleme şunu mu söylemek istiyor acaba:
- Ilımlı İslam gerekiyorsa, başkasına gerek yok, onu da biz yaparız.
DAHA ÖNCE DE BELİRTTİM, LAİKLER İLE BAŞÖRTÜLÜLERİN BİR ALIP VEREMEDİKLERİ YOK, BAZILARININ BAŞÖRTÜSÜNE TÜRBAN ADINI VERİP ONU KAMU ALANINA ZORLA SOKMAYA ÇALIŞMALARINDAN ÖNCE TÜRKİYE’DE BİR BAŞÖRTÜSÜ SORUNU DA YOKTU, ŞİMDİ DE YOK; ŞİMDİ VAR OLAN TÜRBAN SORUNU. KAVRAMLARI BİRBİRİNE KARIŞTIRMAYALIM.
Ama bütün bu belirttiklerim, çarşafa gösterişle parti rozeti takılmasını, yakınlarını çarşafla kapattıktan sonra, “kadının yeri evidir” diyen zihniyetin belediye başkan adayı olarak gösterilmesinin ardından bir de bunun gösteri vesilesi yapılmasını haklı göstermiyor.
Üstelik de daha önce de belirttiğim gibi, CHP’nin altmış yıl önce de denediği bu yol kendisine oy da sağlamıyor.
Nafile gösteriler, imajı zedeliyor, kimse de aslı varken taklidine itibar edeceğe benzemiyor.
***
Üstelik, pek kendine özgü bir kişi olan Türkiye-AB Karma Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk bile bakın ne diyor:
- Türban ile çarşaf arasında çok büyük bir fark olduğunu, çarşafın türban kadar masum bir şey olmadığını düşünüyorum. Çarşaf kadınları ayaklarına kadar örtü içine sokuyor. Türbanla karşılaştırılmayacak ölçüde bir simge olarak görüyorum.
Lagendijk, yine de Baykal’ı destekliyor ve bu konuda cesaretle ilerlemesini istiyor.
Artık dini politikaya alet edenlere elini veren Baykal kolunu alamayacak, yeni açılımlara zorlanacak.
- Kendi partinin üyeliğine layık gördüğünün daha hafif örtünmüşünü nasıl üniversiteye gitmekten alıkoyabilirsin, diyebilecekler Baykal’a.
Bu çıkışı yapanlar tepeden tırnağa da haklı olacaklar.
Baykal artık Anayasa Mahkemesi’ne başvurularını ve Yüksek Mahkeme’nin kararlarını da savunamayacak.
Ama belki de savunmaya da niyeti yoktu. Belki de artık, laiklik konusunda yeni bir yol tutacak ve neo-laik, (yeni laik) veya quasi-laik (laik benzeri) veya daha beteri pseudo-laik (sahte laik) bir çizgi tutturarak bütün dünyaya ima yoluyla da olsa şunu söyleyecek:
- Ilımlı İslam gerekiyorsa, onu da biz yaparız, başkasına gerek yok!
Bakalım Tandoğan Sendromu CHP’yi kurtarmaya yetecek mi?

Ali Sirmen
29 Kasım 2008 - Cumhuriyet

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa